Mâ lem yuhâlitu's-sultâne. "Sultan ile haşır neşir olup, düşüp kalkmadığı müddetçe." Ve yudâhilu'd-dünyâ. "Dünya işlerine, menfaatlerine dalmadığı müddetçe."
Burada önemli bir husus var; sultan ile düşüp kalkmak.
Fe-in hâletu's-sultâne. "Sultan ile ahbaplık kurar, düşer kalkarlarsa. Ve dâhelu'd-dünyâ. "Ve dünya işlerine, menfaatlerine dalarlarsa." Fe-kad hânu'r-rusule. "O zaman bu alimler kendilerine ümmetlerini emanet etmiş olan peygamberlere hıyanet etmiş olur." Fahzerûhum. "Onlardan korunun."
Onlar tehlikeli mahluklardır; insanı kötü yerlere götürürler, insanlara zararlı olurlar.
Bu da önemli bir husus. Şöyle oluyor: Mesela başka ülkelere gidiyoruz, karşılaşıyoruz. Ülkenin ismini söylemeyelim, yaşayanlar, duyanlar bilirler. Tarihten de bilebilirsiniz, duymuşsunuzdur, okumuşsunuzdur. Sultan, tabii emri dinlenen kişi demek. Emrinde güç kuvvet var, iktidar var. Emrettiği zaman yapıyor. Elini çırptığı zaman hizmetçiler geliyor. "Şunu asın, kesin!" dediği zaman asıp kesiyorlar. Eski devirde öyleymiş. Şimdi de mesela bir bakan, bir reis-i cumhur, bir komutan güçlü kuvvetli, iktidarlı insan demektir.
Bazı insanlar bunların yanına gidiyor.
Niçin gidiyorlar?
Onların beğenisini, takdirini kazanmak için. Onların suyunca, onların arzusuna göre, keyfine göre konuşarak onları avlamak için, onlara kendilerini sevdirmek için.
Neden?
Çünkü onlar iktidar sahibi olduğundan, arkasından kendilerini severlerse mevki-makam verirler, maddî imkân verirler, menfaat sağlarlar diye, tatlı diye, sultanların sarayları güzel diye, verdikleri zaman bir kese altın veriyorlar, ihya oluyor insanlar... Tabii bu yüzden, dünya menfaati sebebiyle gidip onların yanına yanaşanlar, her söylediğine "Evet efendim. Münasiptir efendim. Çok doğru buyurdunuz efendimiz. Harika efendim..." gibi dalkavukluk edip alkışlayanlar -tarih boyunca- olmuş. Bunu kitaplardan okuyoruz. Şimdiki zamanda da yine olabilir. Bir genel müdürün, bir başkanın, bir reisin, bir yöneticinin, bir müdürün etrafında toplanan insanlar olur.
Alim böyle yapmayacak. Alim, Allah'ın görevli kulu olduğu için daima hakkı söyleyecek. Dünya menfaatini, saltanatı düşünmeyecek. Saltanat erbabından sağlayacağı menfaatleri düşünmeyecek. Alim menfaatlerine göre hareket etmeyecek, hakkı söyleyecek. Çünkü karşısındaki insan belki o alim öyle söyledi diye o işi ondan yapacak, bütün sorumluluk alime gelecek. Doğruyu söylemesi lazım. Hatta sultan zalim bile olsa, cihadın en üstünü;
Kelimetü hakkun inde sultânin cair, cevr ü cefa edici zalim bir sultanın karşısında hak sözü söyleyecek.
"Bu yaptığın doğru değildir. Bu zulümdür. Bunu Allah sevmez. Şunu yaparsan günah olur. Bak şimdi kimse seni engelleyemiyor, bunu yapıyorsun ama sonra bunun çok cezasını çekersin, belasını bulursun, çoluk çocuğunda çıkar, kendinde çıkar, pişman olursun, perişan olursun!" diye doğruyu söylemesi gerekiyor.
Bütün bunlardan, anlattıklarımızdan sonuç çıkarmak gerekirse: İslâm'da ilim çok kıymetli. Alimin derecesi çok yüksek. Hem maddî bakımdan yüksek hem de mânevî bakımdan yüksek. Mânevî bakımdan Allah indinde çok sevgili; mahlukât arasında çok itibarlı, yerdeki gökteki varlıklar, hepsi kendisini seviyorlar ve kendisine dua ediyorlar. Âhirette de yüksek makamlara erecek. Peygamberlerle arasında bir peygamberlik derecesi farkı var. Öteki insanların hepsinden öbür bakımlardan dereceleri çok yüksek olacak.
Acaba alimlerin derecesi şehitlerden de yüksek mi olacak?
Daha yüksek olacak. Çünkü Allahu Teâlâ hazretleri şehide soracakmış:
"Sen şehitliğin sevabını kimden öğrendin de Allah yolunda canını verdin, canını feda ettin?" diye. O da diyecekmiş ki;
"Hoca efendiden duydum, alimden duydum, onun için şehitliğe arzu ettim, heves ettim. Allah yolunca canla başla çarpıştım, hudutlarda bekçilik yaptım. Savaşlarda kahramanca savaştım, sonunda canımı feda ettim, şehit oldum."
"Tamam, sen bunu alimden öğrendiğin için o halde o senden daha üstün, o daha önce cennete girecek, onun makamı daha üstün olacak." diye buyuruluyor.
Alimin makamı yüksek fakat sorumluluğu var. Ümmet alime emanet edilmiş. Alim her zaman doğruyu söyleyecek. Hayatı pahasına doğruyu söyleyecek. Haktan ayrılmayacak. Dünya menfaatini düşünmeyecek. Dünya menfaati için yağcılık yapmayacak.
Doğruyu söyleyecek. Çünkü herkes onu kaynak olarak biliyor. Ondan doğruyu öğrenmek durumunda.
Es'ad Coşan Tarih: 11.03.1997